29 Aralık 2008 Pazartesi

Karlı Eskişehir

Karlı Eskişehir

Eskişehir’e daha yeni kış gelmişti. Aralık ayının son haftasıydı. Aralık ayında çırıl çıplak olan Eskişehir kardan elbisesini giymişti.

Her tarafı bembeyaz narin bir kar kaplamıştı. Eskişehir daha bir güzelleşmişti. İnsanlar karın soğuğuna aldırmadan o güzelliği hayran hayran izliyorlardı. İzlemek ne kelimeydi. Karların içinde yürümek İnsanı ayrı bir şekilde mutlu ediyordu. Eskişehir'in ayazı gitmişti. O ayazın yerini bembeyaz, narin, yumuşacık bir elbise gibi kar kaplamıştı.

Pencerenin önünden dışarıyı izlemenin verdiği tat başka bir fiille tadılacak gibi değildi. O güzelim kar yağarken dışarıyı izlemek ne güzeldi. Kar tanelerinin inişlerindeki ahenk İnsanı büyülüyordu adeta. Her kar tanesinin ayrı bir dans ediş şekli vardı. Ama hiçbirisi birbirinin hakkına tecavüz etmiyordu. Birbirlerine dokunmadan, çarpmadan, danslarını ahenkli bir şekilde yapıyorlardı. Her birinin kendi dansları birleştiği zaman da daha güzel bir ahenk oluşuyordu. İnsanlar onları izlemekten hiç mi hiç sıkılmıyorlardı. Sıkılmak da ne kelimeydi. Bu ahenkli dansı izlemeye doyamıyorlardı.

İnsanlar son zamanlarda Eskişehir’in ayazından bıkmışlardı. Sabahların dondurucu ayazı İnsanları daha güne başlarken mutsuz ediyordu. Öğleye doğru hava biraz düzelse de vakit akşama yaklaşırken ayaz yeniden başlıyordu. Akşama doğru başlayan ayaz geceye doğru artarak devam ediyordu. Geceleri ise çekilmez oluyordu. İnsanlar bu durumdan bıkmışlardı. Kar yağsa da şu ayazdan kurtulsak diyorlardı.

Nitekim Eskişehir'e kar yağmıştı. Her taraf gelinlik misali bembeyaz entarisine bürünmüştü. İki gün boyunca kar yağmıştı. Kar yağmıştı ama hiç kimse bu kardan şikayetçi değildi. Sokaklarda İnsanlar daha bir farklı yürüyordu. Adımlar yere daha sağlam basıyordu. Yüzlerdeki ifadeler daha iyiyi anımsatıyordu. Çocuklar... Eski şehirdeki bu kara en çok da çocuklar sevinmişti. Okullar tatil olmuştu. Onlar ki dışarıda kartopu oynuyor, kayak yapıyor, kardan adam yapıyorlardı.

Sokaklar daha farklıydı Eskişehir’de. İnsanlar daha mutluydu. Hele de çocukların mutluluğu çok daha fazlaydı. Onlar çocukluğunu yaşıyorlardı. Mutluydular. Eğleniyorlardı. Ailelerin çocuklarıyla oyun oynamasının zamanı gelmişti belki de. Her zaman işten çocuklarıyla vakit geçiremeyen aileler için tam zamanıydı. Çocuklar mutlu etmek için daha uygun bir zaman bulunamazdı belki de.

Yetişkinler için çocuklaşmanın tam zamanıydı. Onlar ki çocuklarıyla dışarı çıkıp güzelce vakit geçirebilirlerdi. Çocuklarıyla bir çocuk gibi eğlenebilirlerdi. Ancak onların hem çocuk hem de yetişkin gibi davranmaları gerekiyordu. Oyuna dalıp ta çocukların hasta olacak kadar üşütmesine engel olunmalıydı. Çocukları devamlı gözlemlemeli zamanı geldiğinde oyunu bitirmeleri gerekirdi.

Her ne kadar Kar üzerine bu kadar güzel şeylerden bahsetsek de elbette ki birileri için durumu zorlaştırıyordu. Evinde yakacak kömürü olmayan vatandaşlarımız vardı. Onlar ki normal bir günde nasıl ısınacaklarını düşünürken bu kar üzerine durum daha da zorlaşıyordu. Ayrıca evinde doğalgaz olduğu halde faturasını nasıl öderim diyen vatandaşlarımız da vardı. Evlerin içine kadar gelen doğal gazı ödeyememe korkusu, doğal gazın pahalı oluşu, zamların üst üste gelmesi İnsanlarımızı ürkütmüştü. Bu yazı da siyasete girmek tabiî ki amaç değildir. Ve buna müsaitte değildir zaten. Amacım karlı bir Eskişehir’in bende bıraktığı izleri anlatmaya çalışmaktır mümkün olduğunca. Ancak o kadar güzelliği anlatıp da sorunlara değinmemek de haksızlık olurdu.

Eskişehir’de her yeri kar kaplamıştı. Bembeyazdı her taraf. Bembeyaz, yumuşacık, elbisesine bürünmüştü Eskişehir. Akşamın karanlığında bile dışarıdaki karın desenlerine bakmak İnsanın içinde bir mutluluğun yeşermesine yetiyordu.

Karın tadını çıkarmanız dileğiyle…

Ömer Osman ŞAHİN

28 Aralık 2008 Pazar

Ben seni sevdim mi? Sevdim.... Ya sen beni?

Ben Seni Sevdim mi

Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne
Tuttum, ta içime oturttum seni
Aldım, okşadım saçlarını, öptüm
İçtim yudum yudum güzelliğini

Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette
Bendeydi özlemlerin en korkuncu
Çıldırırdım sen ne kadar uzaksan,
Aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu

Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu
Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim
Biri vardı ağlayan gecelerce
Biri vardı sana tutkun; o bendim

Ben seni sevdim mi? Sevdim en büyük
En solmayan güller açtı içimde
Ömrümü değerli kılan bir şeydin
Sen benim boz bulanık gençliğimde

Ben seni sevdim mi? Sevdim, öyle ya
Bir çizgiye vardım seninle beraber
Ve bir gün orada yitirdim seni
Ben seni sevdim mi? Sevdim.... Ya sen beni?

ALINTIDIR

Yokluğumun Resmi


Yokluğumun Resmi

Attığım her adım benden uzakta
Bastığım her yerde yokmuşum meğer
Çırpırnırken 'ben' denilen tuzakta
'ben' bana saplanan okmuşum meğer...

Aklım kumsal iken, ben toz paresi
Çıktıkça yükseğe alçalır oldum
Düşündüm derdimin nedir çaresi
Susarak konuşmak, sonunda buldum...

Esrarlı vuslata bir adım kala
Hasretin vecdiyle, ben kement attım
Deryada boğulmak ne güzel bela
Battıkça kurtuldum, çıktıkça battım...

Görünmez cevheri buldum diyerek
Körlüğü kör ettim, deli bir taşla
Bilmeyi bilmeden, bildim diyerek
Boşluğu doldurdum, dolu bir boşla...

Nasılların sebebini sorarken
Sualimi cevapladım 'niçin'de
Çokluğumda yokluğumu ararken
Yalnız kaldım yığınların içinde...

Satır satır böldü beni heceler
Her kırkımı, kırka yardım savuştum
Boşluğumu kucakladı geceler
Sessizlikte, gürültüyle boğuştum...

Var'da yoku, haykırırken her seda
Aklım ki, aklımı başımdan aldı
O'na gidiyorum, bana elveda
Sonsuz olan sona, bir nefes kaldı.

ALINTIDIR

20 Aralık 2008 Cumartesi

İlk Aşkım Sen...

İLK AŞKIMIN ÜZERİNE

Seninle ilk karşılaştığımızda benim için sadece sıradan birisiydin. Aradan günler aylar geçse de bir şey değişmemişti. Ancak bir gün seni yine görmüştüm. İşte o gün aklıma düşmüştün. Kafamda durmadan seni hayal edip seni düşünüyordum.

Artık aklımdaydın. Ne yaparsam yapayım aklımdan çıkmıyordun. Yeni bir aşkın başlangıcıydı bu. Ancak memleketten ayrılmak zorundaydım. Üniversiteyi kazanmıştım. Okula gitmem gerekiyordu. Artık seni senden uzaklarda düşünecektim.

Okulum başlamıştı ve ben okuldaydım. Yaklaşık üç ay kadar seni görememiştim. Sonunda memlekete dönecektim. İçimde bir umut bir mutluluk vardı. Seni görecektim. Memlekete gitmek üzere yollara düştüm. Uzun bir yolculuğun sonunda evdeydim. Evdeydim ama seni görmeyi o kadar çok istiyordum ki evde olmanın bir anlamı yoktu sanki seni görmeden. Bayram tatiliydi. Ablam evlenecekti.

Çoğu akrabaya yakınlara köylüye davetiyeler gönderilmişti. Evde bir düğün telaşı vardı. Sonraları öğrendim ki size davetiye daha gönderilmemişti. Bu benim için çok önemliydi. Davetiyeyi size ben götürmek istiyordum. Evdekilere söyleyince telaşlarından bir şey düşünmeden olur demişlerdi. Davetiyeyi size götürürken çok heyecanlıydım.

Elimde bir düğün davetiyesiyle sizdeydim işte. Seni görmek ne kadar güzeldi. Seni senden habersiz sevmek nasıl bir şeydi. Seni gördüğümde sanki dünyalar benim olmuştu. Çok sevdiği bir hediyeyi alan çocuk gibi seviniyordum. O gün aklımdaki sen artık kalbime de girmiştin. Sizde bir müddet oturduktan sonra kalkmamıştım. Ama seni görmenin mutluluğuyla ayrılıyordum senin yanından. Düğünde tekrar görüşebilmenin umudu ve sevinciyle ayrılıyordum sizden.

Aradan birkaç gün geçmiş ve düğün günü gelmişti. Sizin geldiğinizde en çok ben sevinmiştim. İşte sen gelmiştin. Her şeyden çok sevdiğim sen bizdeydin. Benim için müthiş bir duyguydu. Çünkü sana âşık olmuştum.

Düğün telaşıyla sizinle pek ilgilenememiştim. Kısa bir süreliğine hal hatır sormuş ve biraz öylece konuşmuştuk. Düğün gününü sonuna gelmiştik. Davetliler yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Yakın akrabalarda gitmeye başlamıştı. Evde birkaç misafir ve siz vardınız. Sizde gidecektiniz. Gitmemeniz için ne kadar ısrar ettiysek (en çok de ben) gidiyordunuz.

Akşam olunca sanki ev bomboş gibiydi. Ortalıkta sessizlik hakim olmuş herkes dalıp gitmişti bir yerlere. Benim aklımda ise sen vardın. Durmadan seni düşünür olmuştum. Sonra bir mesaj geldi. Mesajın senden geldiğini görünce çok sevinmiştim. O az önceki sessizlik dağılmıştı benim için. O an yanımda olmanı yüz yüze konuşabilmeyi çok isterdim. Ancak mesajlaşmakta beni mutlu etmeye yetiyordu. Seni içimde, gönlümde hissediyordum.

İzin bitmişti bense Eskişehir’e dönüyordum. Senden uzaklara gitmek benim içimi yakıyordu ama gitmem gerekiyordum. Eskişehir’e gelmiştim. Günler yavaş yavaş geçiyordu. Bense seni daha çok düşünür olmuştum. Durmadan seni düşünüyordum. Seni aramak istiyordum ama birazda çekimser davranıyordum. Seni ne kadar çok sevsem de senin bundan haberin yoktu. Sonunda dayanamayıp aramıştım. Her akşam seni arar olmuştum. Seninle konuşurken saatler ne kadarda çabuk geçiyordu. Hiç istemiyordum zamanın geçmesini.
Aradan günler geçiyordu bense seni daha çok özlüyordum. Kalbimdeki, gönlümdeki yerin gün geçtikçe büyüyordu. Bir gün kalbimin seninle dolduğunu fark ettim. Sana söylemezsem patlayacaktı adeta. Günler boyunca bazen telefonda bazen msn de görüşmüştük. Sana seni sevdiğimi söylemek kolay olmamıştı. Seni kaybetme riski içimi kemiriyordu. Kaç defa seni seviyorum demek istesem de söyleyemiyordum. Nasıl olduğunu bende anlamadan bir gün söylemeyi başarabilmiştim. Seni seviyorum diyebilmiştim. Söylemiştim söylemesine de sen ne diyecektin. Sen bende seni seviyorum diyebilecek miydin? Diyememiştin. Bende seni seviyorum diyememiştin. Olmaz yapamam demiştin. Bir şey yapmana gerek yoktu ki. Neticede olmamıştı. O gün benim için güzel başlayan ancak berbat biten bir gündü. Gün boyu seni düşünmüştüm. Akşam olunca hüzünlerim daha da artmıştı. Bende bir bitkinlik vardı. Yorulmuştum. Hiç bir şey yapamıyordum yaptığım tek şey seni düşündükçe hüzünlenmekti.

Geçen her günde seni düşünmeden geçen bir anım bile yoktu. Hep seni düşünür olmuştum. Sensiz geçen günler yüreğimi dağlıyordu. Yüreğim yanıyordu. Kor gibi ateşler yüreğimi yakıyordu. Yok yok yüreğim adeta söndürülmesi imkansız olan bir ateşin içine atılmıştı. Yüreğimin acısıyla bende yanıp kül oluyordum adeta. Günlerim böyle geçiyordu.

Geçen günler yüreğimin acısını dindirememişti. Seni tekrar arayıp konuşmak istiyordum. Sevdamı sonuna kadar anlatmak istiyordum. Ama sana ulaşmak ne mümkün. Telefonların kapalıydı hep. Ne zaman arasam ulaşılamıyordu. Arada sırada mesaj atıyordum sesli mesaj bırakıyordum. Bunlarda bir şeyi değiştirmiyordu.

Günler geçtikçe bende acılarımın içinde boğuluyordum. …# Durmadan aşkı düşünür içinde boğulurum. Bir gün derste telefonuma bir mesaj gelmişti. İyi hatırlıyorum İngilizce dersiydi. Mesajın senden geldiğini görünce içimde tarifi mümkün olmayan bir mutluluk doğmuştu. Ancak bu mutluluk bu sevinç sadece mesajı okuyana kadar sürecekmiş. Mesajı okuduğumda dünyalarım yıkılmıştı. İnanamamıştım tekrar tekrar okumuştum ama gerçekti. Seni kaybettiğimi yazıyordu bu mesaj.

O gün o mesajdan sonra ne kadar üzüldüğümü bir ben bilirim. Birde yaradan. Böyle bitmemeliydi ben seni o kadar severken sana deliler gibi âşıkken senin benden uzaklaşman benim için çok kötü bir durumdu.

Aradan günler aylar geçti ne seni aramaya cesaret ediyordum. Ne de senden bir haber alabiliyordum. Günlerim yüreğimdeki acımı yaşayarak geçiyordu.

Uzun zaman geçmişti artık senden umudu kesmişken. Sensizliğe birazcık da olsa alışmışken bir gün tesadüfen görüşmüştük. Sana karşı ifadelerimde çok çekimserdim. Ve bu beni çok etkiliyordu. Bu günden sonra zaman zaman görüşmeye başlamıştık. Bu görüşmeler beni mutlu ediyordu. Benim için umut demekti. Seni tamamen kaybetmediğimin bir göstergesiydi. Her ne kadar seni sevsem de görüşmelerimiz senin için iki arkadaş gibiydi. İki dost gibiydi. Oysa âşık olan birisi nasıl âşık olduğu kişiyle arkadaş olabilirdi ki.

Bu arada uzun zaman geçmişti. Ben ikinci sınıfı bitirmiştim. Seninle de uzun zamandır ara sırada da olsa görüşüyorduk. Eve gelince seninle tekrar bu konuyu konuşmak istiyordum. Seninle görüşmeler bana acı vermeye başlamıştı. Senin için bir arkadaştım sadece. Sen ise benim için her şeyimdin. İlk aşkımdın. Bir tanemdin. Her şeyden çok sevdiğim gönlümü, yüreğimi verdiğim kişiydin. Durum böyle olunca seninle görüşmelerimde sanki o kişi ben olmuyordum. Olamıyordum. Sana bu kadar yakınken senden çok uzak olmak acı veriyordu.
Artık ya sana senini seviyorum diyebilmeliydim ya da senden uzaklarda yarama taş bağlamalıydım.

Eve geldiğimde ilk işim çalıştığın yere gitmek oldu. Ancak işi bırakmıştın. Görüşememiştik. Oysa evinizde 200 metre ilerde bir yerdeydi. Evinizin yakınlarına kadar gelmiştim ama içeri girmeye cesaret edemiyordum. Bu birkaç defa oldu. Seninle görüşmek için kaç defa yollara düşsem de olmuyordu. Evinize girmeye cesaret edemiyordum. Bu durumdan da bıkmıştım. Seninle görüşmek zorundaydım. Ne olursa olsun konuşmam gerekiyordu. Son derece kararlı bir şekilde evinize geldim. Bir müddet salonda oturdum ama sen ortalıkta yoktun. Yine görüşememiştim.

Zaman zaman size geliyordum ama seni göremeden tekrar geri dönüyordum. Sonraları öğrendim ki şehir dışındaymışsın.

Yaz sezonu da hiçbir şey yapmadan geçiyordu. Okul başlamadan 1 hafta önce İstanbul’a gittim. Ders kayıtları da başlamak üzereydi. İstanbul’dayken birkaç defa internet kafeye gitmiştim. Ders kaydı ile uğraşıyordum. Yine bir gün internette msn i açtığımda senin yazdığını gördüm. Yine uzaklardan gelen birkaç satırla sevinmeyi başarmıştım. Cevap yazdıktan sonra çıktım. İstanbul’da ablamlardaydım. Dünyalar tatlısı bir yeğenim vardı. Onunla vakit geçiriyordum. İkindin üzeri onu gezdirmekten keyif alırdım. İstanbul’dan da ayrılmam gerekiyordu. Ver elini Eskişehir.

Eskişehir’deyken de birkaç defa görüşmüştük. Sonra sende aydından memlekete gitmiştin. Artık görüşme umudu da kalmamıştı.

Sana ilk âşık olduğum zamandan itibaren yaklaşık iki yıl geçmişti. Ara sıra seni unutmak için çabalıyordum. Biliyordum aslında seni hiçbir zaman unutamayacağımı. Zamanla alışıyordum sensizliğe ama sanki beni unutamazsın der gibi yine görüşüyorduk. Ansızın habersizce görüşüyorduk.

Seni ne kadar çok sevsem de yorulmuştum seni sevmekten. Aslında seni sevmekten yorulmamıştım da sensizliğin acısı bitirmişti beni. Her geçen gün içimi kemiriyordu.

Seni ne kadar unutmak istesem de unutamıyordum işte. Yine belli bir süre sonra bir gün msn i açtığımda hemen sende açmıştın. Sana olan sevdam o kadar büyüktü ki acısıyla da olsa seni seviyordum. Yine seninle görüşmek beni sevindirmişti. Bilmiyordum ki seni tamamen kaybetmek üzere olduğumu söyleyeceğini.

Ben ilk başlarda bundan habersiz olsam da son msn de görüşmemizdi bu. Biraz yazdıktan sonra ansızın bir cümlede evleneceğim galiba yazıyordu. Evlenecek miydin galiba mıydı onu da bilmiyordum ya neyse. Bu söz beni tekrar acılar içine atmıştı. Oysa seni unutmak için o kadar çabalamıştım. Yinede olmamıştı. Seni kaybetmek üzereydim. Hem de bu defa gerçekten geri dönüşü olmayacaktı. Sana olan duygularımı bile tam olarak anlatamamıştım daha. Ama artık her şeyi bilmen gerekiyordu. İçimdeki o koca sevdanın ayrıntılarını da bilmen gerekiyordu. Sana olan aşkımı, ilk günden o güne kadarki yaşadıklarımı anlattım işte. Bu anlatma o kadar da kolay değildi aslında. Sana yazarken ellerim titriyordu. Yazamıyordum adeta. Zorda olsa anlattım ve vedalaştık.

Bu günler benim için eskiden yaşadığım acıların tamamının toplamından daha çok acıydı. Bir şeyler yapmak zorundaydım. Seni böylece kaybedemezdim. Önce ablama anlattım bir şey çıkmadı. Sonra aileme haber vermeye karar verdim. Onlara da anlattım her şeyi. Seni ne kadar sevdiğimi anlatmaya çalıştım. Artık sanki içimde bir hafiflik vardı. Sonunda bir şeyleri değiştirmek için elimden geldiğince çabalamıştım. Herkese ne olursa olsun 1 hafta sonra bana haber vermelerini söyledim. O hafta sınav haftamdı. İlk vizeler başlamıştı. Vizelere de tam konsantre olamıyordum. Çalışırken konsantre olamasam da sınavlarda dikkatimi toplayabiliyordum. Sonuçlar fena sayılmazdı. Evi aradığımda artık seni tamamen kaybettiğimi anladım. Yoktun işte o kos koca aşkım hiçbir şeyi değiştirmemişti. Artık yapacak tek şey vardı son defa seninle görüşüp vedalaşmak ve hayatında mutluluklar dilemek. Seninle vedalaşamamıştım bile. Telefonla da ulaşamıyordum. Sadece bir mesajla ne kadar veda edilebilirse o kadar vedalaşmıştım.

O günden sonra hayatımı değiştirmeye karar verdim. O güne kadar bütün hayallerimde sen vardın. Her şeyimi sen varmışın gibi planlamıştım. Ama artık yoktun. Yeniden bir plan yapmam gerekiyordu. Yeni bir plan kurmak içinde sen olmadan kolay olmasa da bunu yapmak zorundaydım. Nihayet yeni bir plan şekillenmişti kafamda. Artık onu uygulamak için çabalıyorum. Her ne kadar hayallerimde sen olmasan da sen her zaman kalbimde olacaksın. Biliyorum ki ne olursa olsun ne neler değişirse değişsin sen her zaman kalbimde olacaksın.

Bir gün benim seni sevdiğim gibi birisi de beni severse o zaman çok mutlu olacağım.

Sana buradan tekrar sevgileri iletip. Hayatında mutluluklar diliyorum.

Bu gün buraya 2 yılımı sığdırmaya çalıştım ama ne fayda. Herkes bilir ki bir aşkı anlatmaya ne kelimeler yeter. Ne de sayfalar. Aşkı anlatmaya kelimeler kifayetsizdir. Dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

(21.12.2008 bitiş saati 23:40 )


ÖMER OSMAN ŞAHİN…

7 Aralık 2008 Pazar

Bilge Kağanın Ulusuna Seslenişi

SEÇİLMİŞLERE SESLENİŞ


“Ben Tanrı’ya benzer, Tanrı’dan olmuş Türk Bilge Kağan, Tanrı irade ettiği için, hakanlık tahtına oturdum. Ey! Milletim, ey hanedanım! Sözlerimi dikkatle dinleyin!

İleride gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar bütün milletler şimdi bana tabidir. Bu günkü gibi kargaşa olmaksızın Türk Hakanı Ötüken’de oturursa, Türk yurduna sıkıntı olmaz. Ben Ötüken’de oturarak yurdumu yönettim. Çinlilerin altınına, gümüşüne, ipeğine, tatlı sözüne, değerli hediyesine kapılmadım. Bunlara kapılan ne kadar Türk’ün can verdiğini, Çin boyunduruğuna düştüğünü unutmadım. Tanrı yardım etti, Türk Hakanı oldum. Dağılmış milletimi bir araya topladım. Fakir milletimi zengin ettim. Azalmış milletimi çoğalttım. Atalarım Bumin Kağan’a, İstemi Kağan’a layık bir oğul olmaya çalıştım.

Atalarım Türk yurdunu öyle sıkı tuttular, öyle bilgelikle, öyle güzel törelerle yönettiler ki, Türk milleti bahtiyar oldu. Onların ölümlerine candan ağladı. Atalarıma tabi olan bütün yabancı milletler, Çinliler, Tibetliler, Moğollar bile onların çağında yaşadıkları mutlu hayatı unutmadılar. Atalarım o kadar ünlü hakanlardı. Sonradan bilgisiz ve kötü hakanlar Ulu Türk tahtına oturdular. Onların kötü idaresi ve Çinlilerin hileleri yüzünden Türk milleti zengin ülkelerini kaybetti. Türk Hakanlarının cihanı tutan ünleri geçmişe karıştı.

Bu yüzden, Çinlilere beylik olan Türk kişizadeleri köle, Türk kızları cariye oldu. Türk beyleri şanlı isimlerini bıraktı, Çince isimler kullanmaya başladı. Doğu Türkleri, Çin Hakanına tabi olup 50 yıl onun acıklı ve utandırıcı idaresinde yaşadı.

Fakat Gök Tanrı Türk’ün bu haline acıdı. Türk milleti yok olmasın, eskisi gibi cihanın en yüce milleti olsun diye babam İlteriş Kağan’la anam El-Bilge Hatun’u Türklere hakan kıldı. Tanrı güç verdi, babamın Türk ordusu kurt, Türk düşmanları koyun oldu. Düşmanlar, kurt önünden kaçan koyunlar gibi dağılıp gitti. Hakan babam, doğudan batıya at koşturup Türk milletini tekrar topladı, birleştirdi, Türk devletini diriltti.

Ey Türk Oğuz Beyleri! Üstten gök çökmedikçe, alttan yer delinmedikçe bil ki, Türk milleti, Türk Yurdu, Türk devleti, Türk töresi bozulmaz. Ey ölümsüz Türk milleti! Kendine dön! Su gibi akıttığın kanına, dağlar gibi yığdığın kemiklerine layık ol!

Ey milletim! Bil ki ben, zengin ve parlak bir millete Hakan olmadım. Zayıf ve zavallı bir milletin başına geçip tahta oturdum. Kardeşim Kül Tigin ve yeğenlerim olan iki prensle and içtik; babamın, amcamın hayatlarını verdikleri millet uğruna biz de bütün gücümüzle çalıştık.

Başına geçtiğim Türk milletinin birliği ve yüceliği için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Ölesiye, bitesiye çalıştım. Tanrı yardım etti, bahtım yar oldu, yoksul milletimi zengin ettim, Türk milletini bütün milletlerden üstün kıldım”

27 Kasım 2008 Perşembe

Seni Nasıl Sevdiğimi Bir Gün Anlarsın


BİR GÜN ANLARSIN


Uykuların kaçar geceleri,
Bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya.
Deli eder bir uğultudur başlar kulaklarında.
Ne çarşaf halden anlar ne yastık,
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dalar içine.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında herşeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duymak için
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın.
Duyarsın ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını,
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini,
Boşuna geçip giden yıllarına yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını, sevilen dudakların,
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldimi
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz, ama yorgun, ama bembeyaz.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın

Bir gün anlarsın,
Hayal kurmayı, beklemeyi, umut etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir,
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına,
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kalbimde kendiliğinden.

Seni sevdiğimi bir gün anlarsın

Ümit Yaşar

Bir gün birine aşık olursan eğer; ancak o gün beni anlarsın. Benim seni nasıl sevdiğimi ancak o zaman anlayabilirsin. Kimbilir... Belki de hiç bir zaman anlayamazsın... Belki de anlamamak için diretirsin ama ne fayda... İçine kurt gibi düşmüştür aşk ... İşte o zaman belki anlarsın... Belki, Belki anlarsın... Ya da anlamazsın. Zaten anlasan ne olacak anlamasan ne olacak ki...

16 Kasım 2008 Pazar

Bir Pazar Günü Anısı...

Bu gün sabah kahvaltıdan sonra bilgisayarın başına geçip oturmuştum . Öğleye doğru kalktım. Birazdan yemek yedikten sonra biraz hava almak için parka kadar gittim. Hava güzeldi. Günlerden pazar olmasına rağmen parkta kimsenin olmaması dikkatimi çekmişti.

Biraz pakta oturduktan sonra tekrar geri dönmek için yola koyuldum. Biraz ilerledikten sonra bir kızla erkek kardeşi gördüm parkta. Kızı gördüğümde içim acımıştı. Yüreğim yanmıştı. Kızın bir kolu omuzundan diğer kolu da biraz aşağısından itibaren yoktu. Acımıştım.

Bu halde bir birlerine yoldaş olup parka gelmişlerdi. Erkek kardeşinin gocuğunu sırtında tutan kız gocuğu kardeşine verdi. Kardeşide gocuğu tekrar ablasına verirken yere düşmüştü. Yerlerde yapraklar ve tozlardan dolayı gocuk kirlenmişti. Hemen gocuğu alıp silkeledim. Mutlu olmuşlar ve bana teşekkür etmişlerdi. Gocuğu kıza vermek isteyince benim değil kardeşimi demişti. Kardeşine uzattığımda giyecekmisin diye sordum. Önce giymek istemedi daha sonra da ya da giyeyim dedi ve gocuğu giymişti. Onlar içimden için dua edmiştim. Ne olur allahım onlara yardım et diye... Ban teşekkür etmişler ve oradan ayrılmıştım.

İnsanları mutlu etmek bu kadar kolaydı. Ve bende mutlu olmuştum. Şimdi tekrar onlar için dua ediyor ve ne olur Allahım onlara yardımcı ol diyorum.

Hani hep yakınırız durumumuzdan ama bilmeyiz ki bizden ne kadar aciz(çaresiz) durumda olanlar vardır. ( Yanlış anlaşılmasın onları küçümsemiyorum aksine birbirlerine destek oldukları için kutluyorum ). Bu benim için bir hayat dersiydi.

Sonuç olarak insanlar herşeye rağmen mutlu olabilmeyi başarabilmelidirler. Yukardaki durum buna iyi bir örnektir.

Bu yazımı o iki kardeşe atfediyorum.

ÖMER OSMAN ŞAHİN 16.11.2008 (15:01)

Aşık Bir Delikanlının Hikayesi

Birgün delikanlının birisi bir kıza aşık olmuştur. Aşık olduğu kız için yapamayacağı şey yoktur. Onu canından bile sakınmıştır.
Sever sevmesinede sevdiği kendisine karşı hiçbirşey hissetmez. Ancak o öyle çok sevmiştirki umudunu kaybetmeden birgün belki o da sever diye umuttla beklermiş...
Beklemiş aradan yıllar geçmiş ama o hala hiçbişey hissetmiyormuş. Bu aradada delikanlının sevdası gün geçtikçe artmış artmış artmış...
Birgün bir haber almış. O canından çok sevdiği, bakmalara kıyamadığı, bitanesi evlenecekmiş. Yıkılmış! bitmiş! yok olmuş!. Umutla beklediği sevdiği başkasıyla evlenicekmiş...

Olmuşum deli divane
Düşmüşüm sokaklara
Anlatmışım derdimi
Yoldaş galdırımlara...

O günden Sonra bütün hayatı değişmiş. Bütün hayallerini sevdiğyle birlikte yaşanılacak bir hayat gibi planlamıştı. Öyle hayal etmişti. Artık hayalleri yıkılmıştı. Bundan sonra yapacaklarını sadece kendisi için yapacaktı.
Zor zamanlar olsada bazı şeyler yapmaya çalışıyormuş. Zamanla bazı şeyler düzelmiş. Yeniden hayaller kurmaya başlamış. Hayatını yaşayacağı bir plan şekillenmeye başlamış hayallerinde. Ama bu hayallerin içinde sadece kendisi varmış ne bir sevdiği ne de bir başkası...
Bundan sonra ne yaşayacaksa ne yapacaksa kendisi için bir şeyler yapmayı amaçlamış...
Artık birilerinden beklentileri de yokmuş, birilerinin beklentilerini de umursamaz olmuş...

ÖMER OSMAN ŞAHİN

14 Kasım 2008 Cuma

AŞK VE ÖLÜM...!

Aşk ve Ölüm....!

9.sınıf::::

Şuan dersteyiz. Yanımda dünya tatlısı bi kız oturuyor. Yüzüne bakmaya kıyamıyorum çok sevdiğimi bilmiyor. O benim en yakın arkadaşım. Beni sadece arkadaşı olarak görüyor. Bilmiyorum neden çok utanıyorum.

10.snıf::::

Evdeyim arayıp erkek arkadaşı ile tartıştığını ve bana ihtiyacı olduğunu söyledi ve yanıma geldi. Bana sıkı sıkı sarılıp ağladı. Şuan dizimde uyuyor. Saçlarını okşayıp ogül yüzünü seyrettim. Ben onu o kadar severken o sadece beni arkadaşı olarak görüyor. Neden bilmiyorum ama kendimden çok utanıyorum...

11.sınıf::::

Onunla çoçukluktan beri arkadaşız. 8.sınıftayken birbirimize söz vermiştik lise son sınıf balosuna gidecek eşimiz olmazsa beraber gidecektik. Beni aradı ve erkek arkadaşının hastalanıp gelemeyeceğini söyledi ve beraber gidebilirmiyiz? diye sordu. Kabul ettim onu evinden aldım baloda en güzel kız oydu. Bembeyaz elbisesiyle tıpkı bir melek gibiydi... Gece boyu dans ettik hep aynı şeyi düşündüm onu çok seviyordum. Gece sonunda onu evine bıraktım beni yanağımdan öpüp en iyi arkadaşı olduğumu söyledi. Onu gerçekten çok seviyorum. Ama o beni sadece arkadaşı olarak görüyor. Ona onu sevdiğimi nasıl söylerim nedenini bilmiyorum ama kendimden çok utanıyorum...

Aradan yıllar geçti... Şimdi o canımdan çok sevdiğim meleğimi toprağa veriyorum. Özel eşyaları arasından kara kaplı bir defter çıkmış bana verdiler. Okuyup okumamakta kararsızdım okudum günlüktü ve bir sayfasında şöyle yazıyordu...

"Şuan dersteyiz ve yanımda dünya yakışıklısı bir çoçuk oturuyor. Yüzüne bakmaya doyamıyorum ne kadar çok sevdiğimi bilmiyor. Beni arkadaşı olarak görüyor. Erkek arkadaşım olduğunu söyleyerek ve onunla ilgili yalanlar uydurarak yanında olabiliyordum. Onu çok seviyordum. Bana bir kerecik SENİ SEVİYORUM deseydi dünyalar benim olurdu..."

Bu satırları okurken meleğimi çoktan gömdüler. Hıçkırıklarımı tutamıyorum gözümü alamıyorum. Merak etme biriciğim ben de seni çok çok seviyorum hemde canımdan çok...

Okuduğunuz zaman gerçekten çok değişik duygulara kapılacak ve de bu gerçek hikayenin içinde zannedeceksiniz kendinizi...

ALINTIDIR

5 Kasım 2008 Çarşamba

İlk Dörtlüğüm (İçimdeki Duygunun Bir İfade Şekli )


Şelale misali suların önünde dururum
Baktıkça bakar göremeden kör olurum
Aklım bulanmıştır gönlümde yoğrulurum
Durmadan aşkı düşünür içinde boğulurum...

05.11.2008
saat =12:50
Yer:Anadolu Ü.
Yunus Emre Kampüsü

19 Ekim 2008 Pazar

Aşk ve çılgınlığın hikayesi

Uzun zaman önce,

Dünya yaratılmadan, insanlar dünyaya ayak basmadan önce, iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez vaziyette dolanıyorlarmış.

Bir gün, toplanmışlar ve her zamankinden daha fazla canları sıkkın oturuyorlarken; Saflık ortaya bir fikir atmış ;

"Neden saklambaç oynamıyoruz?"

..Ve hepsi bu fikri beğenmiş, hemen çılgın Çılgınlık, bağırmış:

"Ben ebe olmak ve saymak istiyorum, Ben ebe olmak istiyorum!"

..ve başka hiç kimse Çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için, Çılgınlık bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış, 1, 2, 3 ....Ve Çılgınlık saydıkça, iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar ;

Şefkat Ay'ın boynuzuna asılmış;

İhanet çöp yığınının icine girmiş;

Sevgi bulutların arasına kıvrılmış;

Yalan bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama yalan söylemiş cünkü gölün dibine saklanmış;

Tutku Dünyanın merkezine gitmiş;

Para hırsı bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış... Ve Çılgınlık saymaya devam etmiş, 79, 80, 81, 82.....

Aşkın dışında, bütün iyi huylar ve kötü huylar o ana kadar zaten saklanmış, Aşk, kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş... Bu bizi şaşırtmamalı çünkü hepimiz Aşkı saklamanın ne kadar zor oldugunu biliriz. ..Ve Cilginlik 95, 96, 97... ya gelmiş ve 100'e vardığı anda, Aşk sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış.

..Ve Çılgınlık bagırmış "Önüm, arkam, sağım solum sobe, geliyorum!",

..Ve arkasini dondugunde, ilk once Tembelliği görmüş, o ayaktaymıs çünkü saklanacak enerjisi yokmus. Sonra Şefkat'I Ay'ın boynuzunda görmüş, ve İhaneti çöplerin arasında, Sevgiyi bulutların arasında, Yalanı gölün dibinde, ve Tutkuyu Dünyanın merkezinde, hepsini birer birer bulmus, sadece biri haric. Ve Çılgınlık umutsuzluga kapılmış, en son saklı kişiyi bulamamiş,
derken Haset, Ask bulunamadigi icin haset duyarak, Çılgınlığın kulağına fısıldamış ;

"Aşkı bulamıyorsun çünkü o güllerin arasinda saklanıyor."

..Ve Çılgınlık çatal şeklinde tahta bir sopa almiş, ve güllerin arasına

Çılgınca saplamış, saplamış, saplamış, ta ki yurek burkan bir haykırma onu durdurana kadar. Ve haykırıştan sonra, Ask elleriyle yüzünü kapayarak ortayaçıkmış, parmaklarının arasından sicim gibi kan akıyormuş, gözlerinden. Çılgınlık Aşki bulmak icin heyecandan Aşkin gözlerini çatal sopa ile kör etmiş...

"Ne yaptım ben? Ne yaptım ben? Diye bağırmış. "Seni kör ettim. Nasıl onarabilirim?"

..Ve Ask cevap vermiş ;

"Gözlerimi geri veremezsin. Ama benim icin bir şey yapmak istersen, benim kılavuzum olabilirsin."

..Ve o gunden beri, Aşkın gözü kördür ve o günden beri Çılgınlık da her zaman onun yanındadır..
ALINTIDIR

Hayat dersleri

Birinci Ders:

Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi ögrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım.
Son soru söyleydi :
'Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedır ?' Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri sılerken, hemen hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki ! Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuclarına dahil olup olmadığını sordu.
'Tabii, dahil' dedi,
Hocamız...
'İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden insanlar bunlar. Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile...'
Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adını da...
Dorothy idi.

İkinci Ders :

Bir gece vakit gece-yarısına doğru Alabama Otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen, bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu. geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir beyazın bir zenciye, hem de Alabama'da, yardıma kalkışması pek olağan şeylerden
değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım. Ayrılırken ille de adresimi istedi, verdim. Bir hafta sonra, kapım çalındı. Muazzam bir konsol televizyon
indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda...
'Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti. Kendime güvenimi yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra son nefesini verdi. Tanrı bana yardım eden sizi ve başkalarına karşılık beklemeksizin
yardım eden herkesi kutsasın... En İyi Dileklerimle,
Bayan Nat King Cole.'

Üçüncü Ders :

Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...

Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu: 'Çikolatalı pasta kaç para ?'
'50 Cent.'

Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:
'Peki, Dondurma Ne Kadar ?' '35 Cent.' dedi garson kız, sabırsızlıkla. Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit
geçirebilirdi ki... Çocuk parasını bir daha saydı ve 'Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?' dedi.
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. Masayı sanki akan gözyaşları temizleyecekti. Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı
15 Cent'lik bahşiş duruyordu...

Dördüncü Ders :

Yolumuzdaki Engeller...

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye gözlüyor... Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın
etrafından dolasıp saraya girdiler. Pek çogu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye
başladı. Kan ter içinde kaldı ama, sonunda, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü.
Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde... 'Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.' diyordu kral. Köylü, bügün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
'Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.'

Beşinci Ders :

Önemli Olan Vermektir..

Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu. Doktor durumu beş yaşındaki
oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve 'Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı' dedi.
Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içcine bakıyor ve gülümsüyordu. Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu...
Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu : 'Hemen mi öleceğim ?'
Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı, ablasına vücudundaki bütün kanı verip, öleceğini düşünüyordu.

ALINTIDIR

Her Şeye Rağmen Mutlu Olabilmek...

Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.
Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu
bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.

Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl
olduğunu sorsa; �Bomba gibiyim� diye yanıt verirdi hep..
�Bomba gibiyim.� Jerry bir doğal motivasyoncuydu...

Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse,
Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.

Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni... Bir gün Jerry�ye
gittim. Anlayamıyorum dedim.. Nasıl olur da, her zaman,
her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun...
Nasıl başarıyorsun bunu?

Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki
seçimin var: Havan ya iyi olacak, ya kötü.. derim.
Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda gene iki
seçimim var: Kurban olmak, ya da ders almak.

Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.
Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var..
Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını
göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.

Yok yahu, diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani?
Evet.. Kolay dedi Jerry.. Hayat seçimlerden ibarettir.
Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl
davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl
etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının
iyi ya da kötü olmasını seçersin...
Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!..

Jerry�nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar
görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek
yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.

Yıllar sonra, Jerry�nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun
için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry�yi delik deşik etmişler...
Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.
Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış.

Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm.
Nasılsın? diye sorduğumda, Bomba gibiyim dedi
Bomba gibi. Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim.
Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm..
Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü.. Ben yaşamayı seçtim.

Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi !..
Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.
Bana hep İyileşeceksin merak etme dediler.
Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla
sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki
ifadeyi görünce ilk defa korktum.Bu gözler
bana; Bana adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam,
biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten..

Ne yaptın? diye merakla sordum..
Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak
herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu..
Evet diye yanıt verdim.. Var.. Doktorlar ve hemşireler
merakla sustular.. Derin bir nefes alarak kendimi
toparladım ve bağırdım: Benim kurşunlara alerjim var !..

Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım..
Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin.
Otopsi yapar gibi değil..

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları
sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük
katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu.

Hergün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız
ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim..
Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu..


Bu yazıyı okudunuz. Şimdi iki seçiminiz var:

1. Unutup gitmek.
2. Kesip saklamak,
fotokopisini çıkarıp, dostlarınıza dağıtmak..

Ben, ikincisini seçip bunu sizlerle paylaşmayı tercih ettim.

Francie Baltazar-Schartz
ALINTIDIR